Bugün, muhtemelen daha önce hiç tanışmadığım sürme gözlü birinden, benliğimin tam da başlangıç noktasına değin uzanacak ve bu kez yalnız kendim için düşünmeye zorlayacak basit -gibi görünen- iki cümle işittim:
“İnsan, öz saygısına sahip çıkmalıdır. Şayet olur da bir vakit, kendisine duyduğu o bizatihi saygınlığı yitirirse, elinde ve avucunda tek bir noksan kalmamış demektir.”
Sözlerin sahibini açık edemem elbet lakin başta pek de kale alınası biri olmasa gerekti. Ancak yol boyu öylesine düşündüm ki söylediklerini, bir noktadan sonra kendimi kendim ile koskoca bir çıkmazın tam içinde buluverdim.
Şimdiye kadar ruhuma dokundurduklarım da neyin nesiydi?
Sadece kalbimin değil, melül ve bir o kadar kızgın gözler ile bir yerlerde beni izlemekte olan her bir hücreme, elde ettiğim her fırsatta acımasızca zarar veren, onların kötülüğünü isteyen sahiden ben miydim?
Yaraları henüz kapanmakta iken onları dışarıdan bir o kadar kusursuz göstermeye çalışan ve yeni hasarlara korkusuzca kucak açan peki?
Zihnimi hayretle meşgul eden sorularıma her an bir yenisi eklenirken, sonunda hepsi tek bir suale çıktı: “Kendimi seviyor muydum?”
Sonsuz öz güven ile baskın yanımın sesini duyuverdim: “Kendime bayılıyorum!”
Oysa derinlerimin dahi ötesinde, varlığından ilk kez haberdar olduğum biri vardı ve belli ki ürkekçe elini çırptığı sırada bana bir şeyler haykırmak istiyordu.
O, duymaya hazır olmadığım biriydi; ben ise, mutlak neticeler arasında kaybolup giderken sorularını kat-i surette yanıtsız bırakacak bir belirsizliğin ötesine geçemezdim.
Onu erken mi fark etmiştim?
Yoksa, gönlünü almak için çok mu geç kalmıştım?
Aslında, hayatımı değiştirmek ya da mutlu olmak için vaktin asla geç olmadığını sevdiğim bir sinema oyuncusu olan Jane Fonda’dan öğrenmiştim.
Mutlu olduğumu düşünüyor ve içimdeki acıları sustururken bunu bağırarak dış dünyama tekrar ediyordum.
Neticede, kalpte ve zihinde sonsuz saadet duymanın belki de en kolaya kaçan yoluydu bu; bir gün sözcüklerimin benliğimde vadesini dolduracağını ve bir çığ gibi dış dünyama yığılacağını bilerek, yükseklerde bir yerlerden çaresizliğimi izlemek isteyerek kendimi tanıma yolculuğunda ilk cesurca adımımı atmış oldum.
Doo
Kapı aralığında kedim göründü.
Belli ki bozduğum sessizlikten kendisine pay çıkaracak.
Sessizliği bir anlık bozuyorum çünkü yüreğim dinmiyor.
Yürek dinmiyor, sevmek eylemi tükendi.
Tükettim daha nicelerini.
Re
Duygular bize geldiklerinde hiç de saf değillerdi,
Bizler; yitip bitmelerine imkân tanıdık.
Bizatihi hücrelerimiz besledi onları.
Ekledik, çıkardık, harmanladık uzun yıllar.
Hiçbir mevsimi zamanında yaşamadık.
Miii
Eyy, nice renk ve melodiye misafir duygular!
Kızgın mısınız, olduğunuz kadar basit olamadığınıza?
Peki ya bir özürle yeniden gelir misiniz bana?
Zira pişmanlığım dünyaya inat edecek bu defa.
Bakın, kedim teselliye geliyor.
Fa
Teselliden ziyade, sevgi istiyor,
Çoğu kez sevmekten bunca ses, bilmiyor.
Nihai duygularım ile tüylerini karıştırıyorum.
Dudaklarımı geren tebessümümü takınıyor;
Gerçek olacakken gerçeğe uzak kalmışları anımsıyorum.
göğümde kuş uçmaz, uçtuğunda yoktum
gönlümdeki garabet gözlerime mani oldu
halbuki esti geçti devran boyu, dediler
epey de süzüldü sendeki gafil heyecanla
gündüzün telaşı, gecenin vurdumduymazlığıyla
göğümde kuş uçmuş, sesini bile duymadım
düşünceler derya derinlerime duvarlar ördü
halbuki kayıtsız bekleyenin vardı, dediler
kalabalık seni yuttu, cıvıltıyı sağır duydu
malum heves de uykusunda kedere boğuldu
Grinko yaktı sigarasını
Geçti piyanosunun başına
Kapattı gözlerini, burnunda kavun kokusu
-Geçmişi bir türlü rahat bırakmıyor
Piyanonun arkasında bir kadın belirdi ansızın
Bir başına valse koyuldu
Grinko tanıdı onu
-Burnunun ucunda yıllanmayan kavun kokusu
Grinko onu burada istemedi
Sertleşti melodileri, geçmek bilmez kavun kokusu
Parmakları hızlıca her bir tuşa değdi
-Kirpikleri titredi, onu yeniden göremezdi
Olup biteni nasıl unutur Grinko?
Grinko’nun nice duygusundan sorumlu kadın
Gelişinden bu yana kavun kokusu
Eskimeden, her gün yenileyerek ruhunu
Baharı getirdi notalarına
Çiçekler ile süsledi Grinko piyanosunu
Güneşi, dinmeyen gökyüzünü çağırdı
Kavun kokusu ile donattı ruhunda her bir köşeyi
Çiçekler asla solmayacak, koku hep saklı kalacaktı
Vals melodileri yükselirken kırmızı ve mor, olanlara şahitti
Grinko gözleri kapalı, kadına yanaştı
Kadının yanaklarında dinmeyen kavun kokusu
Notaların duygusuzca sıralanışını yalnızca kadın gördü
Kadın son valse kalmadan ayrıldı
Yalnız, karanlık bir sonbahar aldı yerini
Grinko müziği susturdu ve yere yatıp ağladı
Acımasızca uzaklaştı kavun kokusu, lakin birazı hep burnunda kaldı